Özgürlüğün Kökü Nedir?
Özgürlük… Hepimizin aradığı, ancak farklı şekillerde tanımladığımız bir kavram. Peki ama özgürlüğün kökü nedir? Gerçekten de, toplumda ve birey olarak bizlerde özgürlüğün anlamı nasıl şekilleniyor? Birçok kişi için özgürlük, seçim yapabilme hakkıdır, fakat bunun kökleri toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet gibi kavramlarla derinden bağlantılı. Bugün, İstanbul’un kalabalık sokaklarından, işyerlerinden, toplu taşıma araçlarından gözlemlerimle özgürlüğün ne anlama geldiğini ve bunun çeşitli gruplar üzerinde nasıl farklı etkiler yarattığını inceleyeceğiz.
Toplumsal Cinsiyet ve Özgürlük
Toplumsal cinsiyet, özgürlüğün kökünü anlamada kritik bir öneme sahip. Bir erkek ve bir kadın, toplumda farklı özgürlük alanlarına sahiptir. Kadınlar, toplumsal yapılar tarafından belirlenen çok sayıda kısıtlamaya tabi tutuluyor. Örneğin, bir kadın olarak, sokakta yürürken ya da işe giderken kendini hep güvende hissetmiyorsun. Yanında, seni takip eden birinin davranışlarını dikkate alırsın, çünkü bu toplumda kadına yönelik şiddet ve taciz, oldukça yaygın. Oysa ki, bu tür korkuları bir erkeğin taşımadığını söylemek mümkün.
İstanbul’da bir sabah işe giderken, her zaman aynı güzergâhtan geçtiğimi fark ettim. Ancak o gün, bir kadının, bir erkeği beklerken ne kadar dikkatli davrandığını gözlemledim. Birkaç adım geriye gitti, telefonunu kontrol etti, etrafına bakındı. Bu küçük ama anlamlı davranış, özgürlüğün aslında ne kadar sınırlı olabileceğini gösteriyor. Kadınlar, sokakta özgürce hareket edebilme hakkına sahip olmak istiyorlar; fakat bu hak, çoğu zaman toplumsal cinsiyet rollerinin ve toplumun kadına yüklediği korkular nedeniyle kısıtlanıyor.
Çeşitlilik ve Özgürlük
Özgürlük, sadece bir kadının değil, tüm bireylerin haklarıyla ilgilidir. Çeşitlilik, sadece cinsiyetle değil, aynı zamanda etnik kimlik, inanç, cinsel yönelim ve birçok başka faktörle şekillenir. İstanbul’da her gün karşılaştığımız farklı insanlara bakıldığında, özgürlüğün herkes için farklı bir anlam taşıdığını görmek oldukça mümkün. Bir otobüste, kalabalık içinde yer bulamayan, her gün yaşam mücadelesi veren bir göçmen ile karşılaşıyorum. O kişinin özgürlüğü, belki de daha önce yaşadığı topraklarda, sahip olduğu kimlikte ya da kültürde kazandığı bir özgürlük olamazdı. Buradaki özgürlüğü, belki de yalnızca güven içinde bir yaşam sürmekte buluyor.
Bir de LGBTI+ bireylerin özgürlüğü var. Her ne kadar son yıllarda, toplumda daha fazla görünürlük kazansalar da, hala birçok LGBTI+ birey, kimliğini saklamak zorunda kalıyor. Toplumsal normlar ve sosyal kabullerin dışına çıkmak, onları sosyal hayattan dışlayan bir engel oluşturuyor. Bir arkadaşım, bir gün bana çok doğal bir şekilde şunu söylemişti: “Bir erkek olarak elini sevgilisiyle tutmanın bile ne kadar zorlayıcı bir şey olduğunu düşündün mü hiç?” Bu, aslında toplumun kabul etmeye cesaret edemediği bir özgürlüğün köküdür.
Sosyal Adalet ve Özgürlük
Sosyal adaletin sağlanmadığı bir toplumda, özgürlük gerçekten de sınırlıdır. İstanbul’da, bir sabah tramvaya binerken yaşadığım bir olayı düşünün. Kadınlar ve çocuklar, yer bulmaya çalışırken, çoğu zaman engelli bireylerin, yaşlıların ya da diğer dezavantajlı grupların hareket alanı sınırlanıyor. Toplumun yapısal eşitsizlikleri, bu bireylerin özgürlüklerini kısıtlıyor. Engelli bir birey için, toplu taşıma aracı çok basit bir şey değil; hatta bazen, bu araçlara erişim bile bir zorluk haline geliyor. Oysaki bu kişilerin de özgürce hareket edebilme hakları var.
Sosyal adalet, yalnızca bireysel hakları değil, kolektif hakları da içeriyor. Her bireyin eşit haklara sahip olduğu bir toplumda, özgürlük sadece seçme hakkı değil, aynı zamanda kimlik ve toplumda var olma hakkıdır. Toplumsal adaletin sağlandığı bir dünyada, özgürlük sadece fiziksel bir hak değil, aynı zamanda psikolojik ve duygusal bir huzur olmalıdır.
Sonuç: Özgürlüğün Kökleri
Özgürlüğün kökü, tek bir noktada toplanmaz. Bu kök, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri, çeşitliliğe olan bakış açısı ve sosyal adaletin zayıflığı gibi toplumsal yapılarla şekillenir. Toplumda her birey, özgürlük alanını farklı şekillerde deneyimler. Kadınların sokakta korkusuzca yürüyebilmesi, LGBTI+ bireylerin kimliklerini saklamadan toplumda yer alabilmesi, engelli bireylerin hayatlarını kolaylaştıran altyapıların sağlanması… İşte bu, özgürlüğün köklerinin ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Özgürlük, sadece bir seçim yapabilmek değil, herkes için eşit haklara sahip olabilmektir.
Bana göre, özgürlüğün kökü, bu toplumda herkesin gerçek anlamda eşit olabilmesindedir. Ve biz, toplumsal yapıları dönüştürerek, özgürlük alanlarını genişleterek bu kökleri güçlendirebiliriz.